Rönesans tiyatrosu İtalya'da başladı, ama en önemli
ürünlerini Rönesans'ı geç yaşayan İngiltere gibi ülkeler
verdi. 15. yüzyılda İtalya'da Plautus, Terentius ve
Seneca'nın oyunları yeniden okunmaya başlamıştır. Yüzyılın
sonuna doğru bu yazarların oyunları önce Roma, sonra
Ferrara'da sahnelenmiştir. İtalyan Rönesans tiyatrosu,
mimarlık açısından da klasik tiyatroya öykünüyordu.
1414'te, Romalı mimar Vitruvius'un Mimarlık Üzerine adlı
kitabı keşfedildi ve Avrupa dillerine çevrildi. Bu yapıta
dayanılarak İtalya'da Roma tiyatroları inşa edilmeye
başladı. Bu çalışmaların ürünü olan Venedikli mimar Andrea
Palladio'nun tasarlayıp 1585'te Vincenzo Scamozzi'nin
tamamladığı Vicenzo'da ki Olimpico Tiyatrosu, Avrupa'nın
günümüze ulaşan en eski kapalı tiyatrosudur. Scamozzi,
geri plandaki kemerlerin arkasına, sokak sahnelerini
gösteren üç boyutlu perspektif panoları yerleştirmişti.
Rönesans tiyatrosunun en özgün yönlerinden bir de
perspektife verdiği önemdir.
Rönesans döneminin başında İtalyan tiyatrosu fazla kuralcı
bir yola sapmış, klasik ölçülere ve Aristoteles'in zaman,
mekan ve eylem birliği ölçütüne bağlı kalma adına uzun bir
süre cansız ürünler vermiştir. Gene de Plautus'un açık
saçık komedyaları, bu dönemde, Aristo ve Ruzzante gibi iki
önemli yazara esin kaynağı oldu. İtalyan tiyatrosuna
ulusal bir dil ve yerel karakterler kazandıran bu iki
yazardan sonra, İtalyan'ın dünya tiyatrosuna en önemli
katkısı olan Commedia dell'arte doğdu. Canlı bir halk
tiyatrosu geleneğine dayanan ve farklı öğeleri
bütünleştiren Commedia dell'arte edebi bir metne değil,
doğaçlama oyunculuğuna dayanan bir tiyatro türüydü.
Kökenleri ortaçağ cambazlığına, mime ve fabula Atellana'ya
değin götürülebilecek olan Commedia dell'arte'nin
yeniliği, topluluk oyununa dayanmasıydı. Sürekli bir arada
çalışan ve çok uzun bir süre aynı rolü oynayan oyuncular,
daha öncesi eşi görülmemiş bir virtüözlük düzeyine
ulaşabiliyordu. Oyunlarda senaryo vardı, ama her oyuncu
diyalogun kendine düşen bölümünü zaman içinde istediği
gibi geliştirebiliyordu. Venedikli pinti tüccar Pantalone
gibi bütün tiyatroya mal olacak tipleri Commedia dell'arte
yarattı. Profesyonel kadın oyuncu kullanan ilk tiyatroda
Commedia dell'arte'ydi.
İtalyan tiyatrosu 16. yüzyılda sahneyi edebiyattan
arındırırken, İspanya da tam tersini yaptı; tiyatroyu
yeniden edebileştirdi, en önemli edebiyat ürünlerini
tiyatro alanında verdi. İspanya Reform hareketinden
etkilenmediği için, eski dinsel tiyatro, auto sacramental
(ayin oyunu) adıyla devam etti. Bu tek perdelik oyunlar,
öteki ülkelerde dinsel tiyatroyu gülünçleştiren öğelerden
arındırıldığı için, İspanya'nın en iyi şairleri de bu
alanda yeteneklerini denemekten çekinmediler. Ülkenin ilk
sabit tiyatroları da, İspanyol edebiyatının Altın çağ
olarak anılan bu dönemde yapıldı. İspanyol tiyatrosu,
kendini klasikçiliğin kurallarıyla sınırlamamasıyla
İtalyan tiyatrosundan farklıydı. Duyguya, lirizme, tutkulu
eylemlere yer veriyordu. En önemli yazarları, orta sınıf
törelerini ve entrikalarını konu alan özgün bir İspanyol
türü olan perdelerin ve kılıç oyunu tarzında binden çok
yapıt yazmış olan Lope de Vega ile İspanyol barok
üslubunun en tipik temsilcisi olan Calderon'dur.
İtalyan Rönesansı'nın etkisi İngiltere'de daha geç ve daha
zayıf hissedildi. Bu yüzden, Elizabeth dönemi (1558- 1603)
yalnızca tiyatroda değil, genel olarak edebiyatta özgün
İngiliz geleneğinde kurulduğu yıllar oldu. Aslında bu
dönemde İngiliz tiyatrosu karşıt etkilere açık durumdaydı:
Bir yandan Protestan kilisesinin nüfuzunu kırmak için
Corpus Christi Yortusu'nu kutlamak yasaklanmış, bu da
gizem ve ibret oyunlarının gerilemesine yol açmıştır. Öte
yandan , saray tiyatroyu İngiliz ulusak kimliğini
pekiştirmek içinde kullanmak istiyordu. Bütün bunlara
karşı, Avrupa'daki düşünsel, ahlaki ve dinsel çatışmaların
özgürleştirici etkisi de 16. yüzyılın sonuna doğru
şiddetlendi. Bunun sonucunda ortaya tiyatro da bu
gerilimli, yeniliklere açık ruh halini yansıtıyordu.
İngiliz tiyatrosu, kendi özgün ortaçağ geleneğinden aldığı
mirası kara Avrupa'sının daha incelmiş buluşlarıyla
kaynaştırarak, saray tiyatrosunun sınırlarını aşan,
toplumun her kesimine seslenebilen bir sanat türü yarattı.
Marlovu'un, Shakespeare'nin, Beaumant ve Fletcher'in
oyunlarını herkes izleyebiliyordu. İngiltere'de de ilk
tiyatrolar, 1576'dan başlayarak Elizabeth döneminde
kuruldu. Bu ilk tiyatrolar, daha önce oyunların
sahnelendiği han avlularının biraz daha geliştirilmiş
biçimiydi; seyirciler, üstü açık bir yapı içinde,
yükseltilmiş bir tahta platformdan oluşan sahnenin üç
yanında bulunan sıralarda oturuyordu. İzleyicilerle
oyuncular arasındaki alış veriş, İtalyan tiyatrosundan
daha fazlaydı. Buna karşılık biletler de daha ucuzdu.
1590'larda her tiyatro soylu bir kişinin desteğiyle
işletiliyordu. İtalyan tiyatrosundan bir farkı da, kadın
oyuncuların olmamasıdır. Kadın rollerini çoğu zaman erkek
oyuncular üstleniyordu. Elizabeth'ten sonra gelen James
döneminde (1603-25), tiyatro içerik olarak klasikçiliğe
daha çok yaklaşırken, konu zenginliğini ve ufuk
genişliğini de yitirmeye başladı. Bu dönemde, Ben Janson,
John Ford, John Webster ve John Lyly gibi yazarlar zaman,
mekan ve eylem birliği kurallarına önem verirken, trajedi
ve komediyi de birbirinden daha kesin çizgilerle
ayırdılar. 17. yüzyılın ortalarına doğru İngiliz
tiyatrosu, maske ve dekor gibi görsel öğelere daha çok yer
vermeye başlamıştı. 1642'deki burjuva devriminden sonra
tiyatrolar kapatıldı ve sahne sanatı çok uzun bir süre
eski canlılığına kavuşamadı.
Fransa'da düzenli tiyatro toplulukları 16. yüzyılda
yaygınlaşmıştır. Bunların repertuvarında, ibret ve mucize
oyunları kadar, kaba bürlesk ve parodiler de yer alıyordu.
Ama Fransa'nın öbür Avrupa ülkeleri gibi özgün bir yerel
tiyatro geleneği yoktu. Bu yüzden İtalyan Rönesansı'nın
etkisini kolayca benimsedi. 17. yüzyılda ülkenin güçlü bir
merkezi yönetim altında birleşmesini sağlayan Başbakan
Kardinal Richeliu, en gelişmiş sahne teknolojisini içeren
bir tiyatro binası yaptırdı. Richeliu, trajedi ile
komedinin birbirinden ayrılması, tiyatrodan traji-komik
öğelerin atılması içinde çalıştı. Ama dönemin üç önemli
yazarından biri olan Corneille'in Le Cid'i Kardinalin
yerleştirmeye çalıştığı klasik birlik kurallarını hiçe
sayan bir trajikomediydi. Corneille'in rakibi Racine ise
klasikçi kuralların içinde kalarak trajediye romantik bir
ton kazandırdı. Konularını Yunan-Roma mitolojisinden ve
tarihten alan bu iki yazara karşılık Moliere, Fransız
toplumunun gündelik yaşamından aldığı tiplerle kendi
çağını aşan bir modern komedi anlayışının kurucusu oldu.
Üstelik, dönemin en sevilen oyun yazarıydı.
17. yüzyılda Avrupa'nın başka ülkelerinde de ulusal
tiyatrolar kuruldu. Ama, bunların çoğu, sınırlı bir
izleyici kesimine seslenebilen saray tiyatroları olarak
kalacaktı. Opera ve balede gene aynı dönemde, soylu
sınıfın seyirlik sanatları olarak gelişmişti.17. yüzyılın
ikinci yarısında, İngiliz Restorasyon dönemi (1660-85)
tiyatrosu Elizabeth dönemine geri dönmek istediyse de,
İngiliz aristokrasisinin soğuk mizah anlayışını yansıtan
bir töre komedisinden öteye gidemedi. Restorasyon
tiyatrosunun en başarılı örneği sayılan William
Congreve'in The Way of the World'ü (Dünyanın Hali) bile
günümüzde sahnelenmektedir. İtalyan tiyatrosunun en önemli
yazarı 18. yüzyılın ortasında bir çok komedi kaleme alan
Carlo Goldoni'dir.